Çarpık kentleşme ve Beyler Sarayı - Kenan Esmer

Kentleşme, ancak doğru planlanırsa topluma katkı sağlayabilir. Aksi taktirde gelecek kuşaklara sadece bir moloz yığını bırakmakla kalmaz, tarihini de siler götürür.

Avrupa`yı gezmiş olanlar bilir. Geniş caddeler ve yüzyıllarca korunmuş tarihi binalar, insanın aklına "bunlar sonradan mı yapıldı?" sorusunu getirir.  Avrupa`da, yasalar çerçevesinde koruma altına alınan tarihi binalarda yapılacak her mimari değişiklik, resmi kurumların iznine tabidir. Bırakın yıkmayı, izin almadan bir pencere dahi açamazsınız. Tarihi binalarda yenileyeceğiniz pencerelerin çerçevelerinin hangi renk olacağı bile resmi kurumlar tarafından belirlenir. Amaç orijinalliğini bozmamaktır. Oysa bizde bu tam tersidir.

Bu yazıda, sadece Beyler Sarayının  ve çevresinin çarpık kentleşme ve bilinçsiz bakım ve onarım çalışmaları ile nasıl değiştiğine değinmek istiyoruz. Biliyorum, içinizden; "ama bu yeni bir şey değil ki" diyorsunuz. Elbette bu yeni değil. Yani Çermik'in çarpık yapılaşması yeni bir şey değil ama Beyler Sarayının çarpık yapılaşma ile tanışması, öyle sanıldığı kadar eski de değil.
Bundan yıllar önce, Çermik ile ilgili yaptığım tarihi araştırmalarda, Victor Pietschmann adında Avusturyalı bir balık bilgininin yani Zoolog`un seyahat kitabına rastladım. Hemen temin ettiğim orijinal baskı kitaptaki resimler, içimi inceden inceye acıttı diyebilirim. Fotoğraflar kötü değildi. Tam tersine, o kadar güzel ve orijinal ki, Sarayın bugün ki durumuna acıdı içim. 
Konumuz ile ilgisi yok ama yeri gelmişken bir parantez açmak istiyorum.

Biz yeni kuşak araştırmacıların, o zamanın şartlarında, nice zahmetlere katlanarak bize Çermik'in bilinen en eski fotoğraflarını bırakan Victor Pietschmann'ın emeğine saygı gösterip fotoğraflarının altına ismini, hem de büyük harfler ile yazmamız gerektiğini düşünüyorum. Zira bir çok yazılı, görsel ve sosyal medyada, (Mesela Çermik ilçesi ve Turizm belgeselinde) onun çektiği fotoğrafların altına başka insanların isminin ve yanlış tarihlerin yazıldığını bir değil, bir kaç defa gördüm. Ve bunun da, en az Çermik'in ahvali kadar içimi incittiğini söyleyebilirim. Sizden ricam bu konulara biraz daha duyarlı olmamız.

 
 


Resim 1: Victor Pietschmann

Evet, Victor Pietschmann 1914 de Siverek'e, oradan Ağaçhan'a daha sonra Çermik'e gelir. Katırların sırtına yüklediği fotoğraf makinesiyle çektiği fotoğraflar ve aktardığı anekdotlarda Çermik'in nasıl bir değişime uğradığını görmek mümkün. Büyük bir ihtişamla yapılan Beyler Sarayı'nın orijinal halini yani çarpık kentleşmeye esir düşmeden önceki halini, çarşının eski döşeme taşlarını, Dravşaya gidilen yol üstündeki eski Sinek Köprüsünü (ki Çermik hidroelektirik Santrali'nin 1974`de aşırı yağışlardan dolayı dolup patlamasından sonra selden dolayı yıkılmıştı) Haburman köprüsünü, o dönemin insanlarının giyim ve kuşamlarını, hepsini ama hepsini görmek mümkün.

 

Resim 2: Çermik Sarayı - 1914[1]



Resim 3:  Dravşa Köprüsü - 1914[2]


İşte Çermik'in bilenen bu en eski fotoğraflarında, Beyler Sarayı'nın çevresindeki gecekondular yoktur. En azından Sinek çayına doğru olan bölümde bunu görmek mümkün. Peki Beyler Sarayı ne zaman çarpık kentleşmenin esiri oldu?

Dedelerimin anlattıklarına göre (Beyler Sarayına ilk taşınan köylülerin arasında iki dedem de varmış) 1950`lerde Çermik'e taşındıklarında, Beyler Sarayı'nın çevresinde kerpiç duvarlı, toprak damlı, gecekondu diyebileceğimiz tarzda evler varmış. Onlar da Beyler Sarayının bitişığindeki, yarısı Beyler Sarayı daha doğrusu Sarayın Zındanı olan bölümü, diğer yarısı da sonradan eklenen kerpiç duvarlı bu evlerden birer tane almışlar. Çermik`in yerlilerinden aldıkları bu evleri zamanla betonarme yapmışlar. 

Benim hatırlayabildiğim seksenler ve doksanlar, bu civardaki çarpık kentleşmenin betonarmeye dönüşmeye başladığı yıllardı. O tarihten önce de çarpık kentleşme vardı, fakat betonarme değildi ve seksenlerin sonu doksanların başından sonra betonarmeye geçilmesiyle adeta zirve yapmaya başladı. Çünkü o zamana kadar yapılan toprak damlı evler statiğinden dolayı genelde en fazla iki katlı olurdu. Bu yüzden Çermik'teki evlerin yüksekliği hemen hemen aynıydı. Yani estetik olarak fazla göze batan yapılar yoktu. Sadece Beyler Sarayı en yüksek yer olarak görülürdü ki orası bir istisnadır. Zira büyük ve sağlam bazalt taşlardan yapıldığı için, dört-beş kata tekabül eden yüksekliğe ulaşılmıştır.

İşte dönüm noktası olarak kabul edebileceğimiz bu tarihlerde, Çermik Beyler Sarayında oturan yaşlılar, bir bir ölüyor ve geride kalan aile fertleri de büyük şehirlere göç ediyorlardı. Bu ailelerin boşalan evleri ise art arda satılığa çıkarılıyordu. Bu evler büyük oldukları için, küçük ailelerin pek ilgisini çekmiyordu. Ancak köylerden göç eden çok nüfuslu aileler bu evlere ilgi gösteriyordu.

Köyden gelenler buraları hem oturmak, hem de hayvan yetiştirmek için alıyorlardı. Satın alınan büyük eyvanlı evler bu minvale göre düzenleniyor ve mimarisi de buna göre değiştiriliyordu. Siyah bazalt ve beyaz kalker taşlı duvarlar bir bir yıkılıyor, güzelim, el emeği göz nuru ile işlenmiş kemerler briket duvarlarla kapatılıyordu.




Yüzlerce yıllık tarihi yapılar bir bir değişime ve yıkıma uğratılıyordu. Saray evlerinin bitişiğinde oturduğumuz için hemen hemen her köşesine gitmişliğim vardı. Mesela Saray evlerinde oturan akrabalarımın dışında, bir de İlkokul öğretmenim Mithat Hoca vardı. Nev‘i şahsına münhasır bir kişilik olan Mithat Hoca, oldukça asabi bir kişiliğe sahipti. Mithat Hoca çarşıda bizi her gördüğünde, elinde olan alışveriş poşetlerini bize verir ve evine götürmemizi emrederdi.

Hem eşyalarını eve gönderir hem de yüzümüze bir şamar yapıştırırdı. Bir kaç kez eşyalarını evine götürmüşlüğüm olmuştu. Dut ağaçlı bahçeden geçerek merdivenleri çıkardım. Yukarıda taş döşemeli büyük bir eyvan vardı. Eyvanı, Asma yapraklarının kapladığı bir çardak gölgelerdi. Güneş ışınlarının açık bir yeşile bürüdüğü bu yapraklar, güneşin şavkı ile adeta ışıldardı. Bu çardaklar, saray evlerine ait olan büyük eyvanlı evlerin bir çoğunda vardı. Çardakların altındaysa tahtlar olurdu. Yaz aylarında bu tahtlarda geceye kadar oturulurdu. Gece olunca da döşekler serilir ve yaz gecelerinin  serinliğinde uyulurdu.

Saray evlerindeki Mutfak bölümünün ve odaların kapıları bu eyvana çıkardı. Odalar En az üç metre yüksekliğinde ve damları da topraktandı.  O zamanlar pencerelerinin önüne kurulan divanlardan Hevsel bahçeleri görülüyordu. Çarpık kentleşme ile birlikte bu görüntü de artık görünmez olmuştu. Saray evlerinin hepsinin altından evleri birbirine bağlayan bir tünel vardı. Evlerin tek tek satılıp tahrip edilmesiyle bu tünel de tahrip edilmiş.
Yöneticilerin duyarlı olmaması, konutların izinsiz yıkılıp imarsız yapılması ve toplumun tarihe karşı duyarsızlığı maalesef bu yapıların beton yığınına dönmesine sebebiyet vermiştir. Gerçi 2000`lerden sonra atanan Kaymakamlar bu yapıların tahrip edilmemesi için bazı sınırlamalar getirdiler, fakat artık işin işten geçtiğini söylemek gerek. 

Zira Sarayın demin bahsettiğim taş döşemeli eyvanı ve mutfağı yani Mithat Hoca`nın bir zamanlar oturduğu bölümün de keza arka tarafı yıkılmış, ve sadece ön tarafı bugüne kadar ayakta kalabilmiştir. Sadece Saray evleri değil, diğer eski yapılar da bu yıkımdan nasibini almışlardır.


Herkesin bilebileceği somut bir örnek ile yazımızı bitirelim.

Dişci Cemil`e ait olan Ziya Gökalp Caddesindeki tarihi ev, çok değil doksanların sonuna kadar ev olarak kullanılıyordu. Fakat bir kaç yıl öncesine kadar arka tarafı yıkılan evin sadece caddeye bakan ön kısmı ayaktaydı. Herhangi bir onarma ve kurtarma çalışması (yanılmıyorsam tarihi eser olduğu için sadece insanlar tarafından yıkılması yasaklanmıştı, yani istiyorsa kendiliğinden yıkılabilirdi) yapılmadığı için, maalesef şimdi bir moloz yığınından başka bir şey kalmamıştır.

Hatırlıyorum da, doksanlarda, kapı tahtaları çok sağlam ağaçlardan yapıldığı için, fırıncılar böyle evlerin tahta kapılarını cüzi fiyata (ya 10 ekmek parasıydı ya da 20) alıp fırın küreği yapımı için kullanıyorlardı.  Artan tahta parçalarını da yakarak ekmek pişiriyorlardı.


Anlayacağınız bizim tarihe olan duyarlığımız, maalesef iki yüz yıllık bir kapıyı on ekmeğe takas edene kadardır.

Tarihe karşı biraz daha duyarlı olmak dileği ile


[1] Victor Pitschmann, Durch kurdische Berge und Armänische städte,1945
[2] Victor Pitschmann, Durch kurdische Berge und Armänische städte,1945
[3] Kenan Esmer arşivi